Herkesin Okuması Gereken En İyi 10 Distopik Roman

Distopik romanlar daha iyi yarın yaratmak için yaşadığımız dünyayı yeniden gözden geçirmemizi sağlayan hem yakın hem de uzak korkunç gelecekler sunan göz kamaştırıcı eserlerdir. Yaşadığımız şu ilginç dönemlerde görünüşte kendiyle çelişen dünya, iklim krizi, ekonomik krizler, savaşlar ve ölümcül hastalıklar bu eserlerin çok da uzak olmadığını bize hissettiriyor.

120 yılı aşan bir literatüre yayılan bu distopik romanları şuanda bizimkinden daha kasvetli dünyaları okumak garip gelebilir fakat uzun zamandır distopik kurguya karşı  bir ilgimiz hatta takıntımız olmuştur.

H.G. Wells tarafından hazırlanmış bir zamanda yolculuk macerasından, Jennifer Lawrence’ın oynadığı, Suzanne Collins’in sinemada gişe rekorları kıran serisine kadar, bunlar tüm zamanların en iyi distopik romanlarını sizler için derledik. On yıllar öncesinden okuyucuların zihinlerini ve hayal güçlerini zorlayan ve bizi her sayfasında hayran bırakan distopik romanları mutlaka göz atmalısınız.

Hayatın karanlık tarafına odaklanan en iyi 10 distopik romana göz atıyoruz ve sizin de önerileriniz varsa yorum kısmında bizimle paylaşınız.

En İyi 10 Distopik Roman

10. Zaman Makinesi (The Time Machine) (H. G. Wells)

Zaman yolculuğunun edebiyattaki ilk örneklerinden biri olan Zaman Makinesi distopik romanını H. G. Wells 1895 yılında yazmıştır. Viktorya döneminde 1890ların Londrasında  yaşayan bir bilim adamı dost meclisinde 802.701 yılına gittiğini ve oradaki maceralarını anlatır. Bu macerada gittiği yerde Eloi diye adlandırılan keyiflerine düşkün hiçbir şey yapmayan mutlulukla yaşayan insan formundan uzak Eloiler çocuk gibidirler. Yolculuk sırasında zaman gezgini zaman makinesini kaybetmiştir. Zaman makinesini çalan yer altında yaşayan amacı sadece emirlere uymak ve yıkım olan Morlock’lar ile tanışır. Kitap gittiği yerde iki tip varlığın olduğunu ve zengin fakir ayrımının çok net yapıldı kapitalizm eleştirisi yapan distopik bir romandır.

9. Açlık Oyunları Serisi (3 Kitap) (The Hunger Games) (Suzanne Collins)

Suzanne Collins tarafından ilk kitabı 2008 yılında piyasa sürülen çok satan distopik roman serisi Açlık Oyunları Jennifer Lawrence baş rolünü oynadığı sinema filmide çekilmiştir. Açlık Oyunları yakın gelecekte Kuzey Amerika’da uzun süren kıtlık sonucu yerini 12 eyalet ve bir başkentden oluşan Panem adlı ülkeye bırakmıştır.   Kuzey Amerika’nın yıkıntıları arasında kurulmuş ve yüzde bir tarafından yönetilen zengin bir Kongre Binası’na sahip yeni bir ulus olan Panem’de Acımasız, vahşi totaliter bir gelecekte geçen aksiyon dolu bir yolculuktur.  Capitol, köle olarak tabir edebileceğimiz nüfus kontrolü şeklinde , her yıl gençlerin seçkinlerin eğlencesi ve vatandaşların dehşeti için ölümüne savaştığı bir realite yarışmasını canlı yayınlıyor.  16 yaşındaki Katniss, maden yatakları ile ünlü eyaletinde kız kardeşinin etkinlik için seçilmesini izlediğinde, onun yerini almak için gönüllü olur. 24 yarışmacının katıldığı bu yarışmada sadece bir tanesi hayatta kalacaktır. Katniss’in cesareti ülkeyi bu totaliter sisteme karşı isyana sürekler.

8. Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi? (Do Androids Dream Of Electric Sheep?) (Philip K. Dick)

Philip K. Dick tarafından yazılan roman okuyucularını dünya koşullarının nükleer savaşlar sonucu yaşanılmaz bir hale geldiği döneme götürüyor.  Ülkemizde de gösterime giren Blade Runner Blade Runner 2049 filmi romanımızın konusundan esinlenilmiştir. Nükleer savaş sonrası insanlar radyoaktif serpinti içinde yaşamakta birçok hayvan türü yok olmuş ve azalmıştır. İnsanla ayırt edilemeyen androidlerin de yaşadığı dünyada Bu androidleri üreten devasa şirketlerin başındaki bir avuç zengin insanın dışındakiler çok fakir bir hayat sürmektedir. Romanın başkarakteri Rick Deckard bu androidlerin kaçanları emekli etmek üzerene çalışan bir polistir. Evinde elektrikli bir koyuna bakan Rick Deckard eğer Mars’tan kaçmış sekiz androidi emekliye ayırarak alacağı ödül parasına ihtiyacı var ve bu görev, ona insan ile makine arasındaki farkı sorgulatacak kimin daha insancıl olduğuna siz karar vereceksiniz. Bu karanlık gelecek dünyasında yaşanan toplu katliamlar sonucu empati duygu yoksunluğunu gidermek için Mercerism adlı bir din ortaya çıkmıştır.

7. Seçilmiş Kişi (The Giver) (Lois Lowry) 

1993 yılında Lois Lowry tarafından yazılan romanda ilk başlarda ütopik bir kitap gibi duran romanda sonradan distopya olduğu anlaşılan bir toplumu konu almaktadır. Roman daha çok genç çocuk romanı gibi gözükse de yediden yetmişe herkesin büyük beğenisini toplamıştır.   Jonas adlı ana karakterin gözünden anlatılan romanda herş ey aynı duygulara yer yok ve her şeyi siyah beyaz olarak gözükmektedir. Jonas meslek olarak Giver’dan sonra eskiden kalma hatıraları depolamaktır. Bu hatıraları alırken artık renkli görmeye başlar ve duyguları hisseder. Bu düzende aslında gözüken gibi mükemmel olmadığı ve değişmesi gerektiğini farkeder. The Giver romanı yönetmen Phillip Noyce tarafından 2014 yılında sinemeya aktarılmış ve çok beğenilmiştir.

6. Sineklerin Tanrısı (Lord of the Flies) (William Golding)

Sineklerin Tanrısı romanı 1954 yılında İngiliz yazar William Golding tarafından distopik dalda yazılmıştır. Birçoğu muhtemelen bu klasik romana daha okul yıllarından aşinadır. Bir sonraki dünya savaşının yakınında, keşfedilmemiş bir adaya bir uçak düşer ve bir grup öğrenci mahsur kalır. İlk başlarda büyükler olmadan özgür olmak muhteşem bir şey gibi gelir ve medeniyetten bu kadar uzakta, çocuklar her istediklerini özgürce yapabilir.

Kendi toplumlarını kurallarını yeni baştan oluşturmaya çalışırlar ama şiddet, günah ve kötülük karşısında başarısız olurlar. Kurdukları düzen çökerken gecede garip sesler yankılandıkça, terör hüküm sürmeye başladığında, macera umudu, kurtarılma umudu kadar gerçeklikten uzak görünür.  Kimileri yaratılış doğası gereği sezgileri hareket etmekte kimileri ise sağduyuyu ve mantığı öne koymaktadır. İlk başta çocuk romanı gibi dursa da günümüzdeki olayları çok güzel bir şekilde anlatmaktadır. Sineklerin Tanrısı, “masumiyetin sonu, insan kalbinin karanlığı” hakkındaki belki de en unutulmaz romanımızdır.

5. Uyumsuz (Divergent) (Veronica Roth)

Uyumsuz serisi genç Amerikalı yazar Veronico Roth tarafından 2011 yılında yazılmıştır. Serinin ilk kitabı olan uyumsuz sonraki kitaplar kuralsız, yandaş olarak devam etmektedir.  Yaşadıkları şehir düşmanlar yüzünden surlarla çevrilidir. Bu yüzden şehir her biri belirli bir erdemin geliştirilmesine adanmış 5 gruba bölünmüştür. Bu 5 grup Cesurlar, Fedakarlar, Dürüstler, Dostlar ve Bilgelerdir. Her 16 yaşına gelen genç bir seçim yapmak zorundadır. Kitabın baş karakteri olan Beatrice 16 yaşına geldiğinde ailesi gibi fedakarlığı değil cesurluğu seçmiştir. Fedakar olarak yetiştirildiği için ilk başta zorlansa da takım lideri dördün sayesinde başarılı olmaktadır. Beatrice sonradan bu 5 grubu seçmeyen uyumsuzların ortadan kaldırıldığını duyuyor ve bütün macera burada başlıyor. Holywood’a aktarılan roman sinemada da çok başarılı olmuştur.

4. Damızlık Kızın Öyküsü (The Handmaid’s Tale) (Margaret Atwood)

Kanadalı yazar Margaret Atwood tarafından 1985 yılında yazılmış feminizmin distopyası olan Damızlık Kızın Öyküsü tam bir başyapıttır. Şuan aynı anda Hulu tarafından dizisi çekilen roman reyting rekorları kırmaktadır. Geçmişi özgürlüklerle dolu olan Amerika’da bir takım terör saldırıları olmuş ve Gilead Cumhuriyeti kurulmuş ve  ülke askeri diktatörlükle yönetilmeye başlamıştır. Teokrasi ülkeye hakim olmuş ve bundan en çok etkilenen kadınlar olmuştur. Radyasyon ve birtakım hastalıklardan dolayı doğurganlık oranı çok düşmüş ve bunun sonucunda doğurgan olan çok az kadın kalmış ve bunlara damızlık denilmiştir. Romanın baş karakteri Offred’de bu damızlıklardan birisidir. Roman ağır dram içermekte ve okurken sinirleriniz bozulacaktır.

“Kongreyi katlettiklerinde uyanmadık;teröristleri suçlayıp anayasayı askıya aldıklarında,yine uyanmadık;geçici olacak demişlerdi,hiçbir şey anında değişmez. Sürekli ısısını arttıran küvette farkında olmadan kaynayarak ölürsün !”

3. Fahrenheit 451 (Ray Bradbury)

Roman adını kitabın tutuşma derecesinden almaktadır. Fahrenheit 451 Amerikan yazar Ray Bradbury tarafından 1951’de yazılmıştır. Romanda geçen zamanda düşünmek düşünmeye yeltenmek fikirlerini söylemek yasaktır. Kitap okumak ise bir suçtur. Evlerinde günün her saati açık olan bir televizyon kanalı vardır ve insanları düşünmekten alıkoymak için beyin yıkar. İtfaiye eri olarak çalışan Gay Montag işini sorgulamadan yapmaktadır.  Gay Montag’ın görevi ise yangınları söndürmek yerine kitapları ateşe vermektir. Ne yazık ki, toplumun kısa dikkat süresi artık romanların okunmasını gerektirmiyor ve otoriter devlet, insanların çok fazla düşünmesini hatta tüm düşünceleri engellemek istiyor. Bir gün komşusu Clarisse ile konuşurken “Mutlu musun” sorusundan sonra sorgulamaya başlar ve hayatı tamamen değişir.  Otoriter hükümetin hiç beklemediği bir şey olan , Montag’ın yazılı kelimenin gizemlerine zihnini açması ve bu kitapları ve çevresindekilerin zihinlerini kurtarmaya çalışmak için bir maceraya atılmasıydı.

2. Cesur Yeni Dünya (Brave New World) (Aldous Huxley)

İngiliz yazar Aldous Huxley romanı 1931’de Londra’da yaşarken kaleme almıştır. Yazarın ilk distopya denemesi olan Cesur Yeni Dünya çok başarılı olmuştur. Roman bizi Ford’dan sonra 632 yılına götürür. Romandaki kurguya göre Londra’da 26. yüzyılda geçecek vakte denk gelmektedir. Bu distopik dünyada insanlar Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezinde üretilirler. Anne baba aile kavramı olmayan bu dünyada cinsellik sadece üreme için kullanılır ve insanlar istediği herkesle duygusal ilişki değil üreme için bir araya gelirler. Toplumsal istikrarın ana güvencesi olan hipnopedya yani uykuda eğitim ile sağlanır. Hipnopedya sayesinde herkes mutludur yani aslında herkes herkes içindir. Toplumdaki insanlar haplar sayesinde mutludur ve sadece mutlu olmak için yaşayan hazcı hedonist bireyler toplumu oluşturmaktadır. Burada anlatılan Ford, T modeli ve seri üretimi bulmasıyla ünlü Henry Ford’tur. İnsanlar tanrı olarak Henry Ford’u görmektedirler.

Roman ütopya mı yoksa distopya mı tartışması yıllardır süregelmektedir. Bence roman diğer distopyalara göre baskıcı rejimler altında geçmese de onlardan daha tehlikeli olan özgür düşünceyi yok eden sürekli mutluluk hali olmasıdır. Baskıcı rejimlerde insanlar düşünme yetisini kullanabiliyor korktuklarından dile getiremiyorlar. Huxley’in yarattığı dünyada ise sürekli bir mutluluk hali ve alınan haplarla beynin uyuştuğundan özgür düşünce aklına dahi getirmiyor. Günümüzde yaşanan sosyal medya ve kapitalizmin bize dayattığı sürekli mutlu ol mutlu olmak için yaşa, sahte mutluluklar için sürekli harca her şeyin yenisini almaktan yaşamaya düşünmeye zaman bulamıyoruz. Her şeyin herkesin aynı olduğu insanların bile hepsinin birbirine benzediği , özgür karşıt düşüncelerin her geçen gün azaldığı günümüzde Huxley’in anlattığı evrenden çok da uzak değiliz sanki ne dersiniz ?

1. 1984 (George Orwell)

Distopya türü denilince ilk akla gelen yazar tartışmasız İngiliz yazar George Orwell’dır. 1947-1948 yıllarında yazılan eser 1984 yılında geçen hayali bir dünyayı anlatmaktadır. Orwell kitapı Avrupa’daki Son İnsan ismiyle yazılmak istese de pazarlama açısından daha başarılı düşünülen 1984 ismiyle yayımlanmıştır.

Dünyaların birbiriyle 9 yıl süren şiddetli savaş sonrası bütün ülkeler yıkılır ve 3 büyük ülke ve 3 kutuplu dünya meydana gelir. Dünyadaki bu 3 ülke Okyanusya Avrasya ve Doğu Asya sürekli birbirleri ile savaşır ve barışırlar. Okyanusya devletindeki otoriter hükümet Büyük Birader (Big Brother) yaşayan halkını tele ekrandan duyabiliyor mikrofonla dinleyebilir ve her daim kontrol altında tutuyor. Düşünce polisi düşünce suçu işleyenleri yok ettiği bir sistemde cinsellik aşk kitap yasaktır. Sevgi bakanlığı Büyük Biradere karşı gelenleri yok etmek için kurulmuştur. Hükümet halkını istediği gibi yönetmek için bütün gazeteler kitaplar tekrar yazılıp geçmişi değiştirdiği gibi geleceği de istediği gibi değiştirmek istemektedir.

Ülkedeki tek amaç Büyük Biraderin istediklerini yansıtmaktır bunun dışında her şey önemsizdir. Tele ekran ve mikrofon harici ailede baba anne çocuğu komşular komşusunu anında şikayet etmekte en ufak özgür düşünceye tahammül yoktur. Kullanılan günlük dil bile mümkün olan en az kelime kurularak azaltılarak halkın düşüncesini ifade etmesi engellenmek istemektedir.

Ana karakterimiz olan Winston Doğruluk Bakanlığında geçmişi değiştirmek için görev yapan bir memurdur. Winston diğer insanların aksine tele ekran ve mikrofonların bulunmadığı çok kısıtlı bir alanda günlük tutmaya başlar yazılarında Büyük Birader’e olan nefretini dile getirir. Düşüncelerini paylaşacak biri ararken bir gün Julia adlı bir kızla tanışır aşık olur. Sevgilisiyle Büyük Birader’e karşı olan Kardeşlik Grubu ile tanışır ve yeni görevler bekler. Yine sevgilisi Julia ile buluştuğu mekanda tele ekran olduğu ve herşeyin kayıt altına alındığını kendine komplo kurulduğunu fark eder ve macera böylece başlar.

George Orwell’ın bize çok uzak gibi gelen distopik eseri aslında çok mu uzak ? Tam bir başyapıt olan roman gerçek, doğru, cehalet özgürlük gibi birçok kavramı baskıcı yönetimlerin ne hale getirebileceği, sadece korku ve telkinle bile bir toplumun ne hale getirilebileceğini çok güzel anlatmış. Günümüze çok uzak gibi gelen anlatılanlar aslında bize ne kadar değil mi? En basit örneğinden kullandığımız kelime sayısının her geçen gün azalması ve teknolojinin bu denli geliştiği zamanda her hareketimizin takip edilmesi.

“İktidar araç değil, amaçtır. İnsan devrimi korumak için diktatörlük kurmaz, diktatörlük kurmak için devrim yapar. Eziyetin amacı eziyettir. İşkencenin amacı işkencedir. İktidarın amacı iktidardır.”

Son Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir